31 Mart 2016 Perşembe

Sahi, ne anlattın sen bana?


Uzun zaman sonra geçenlerde aradın sanki daha bir akşam önce konuşmuşuz gibiydi sesin. Bulamadın yolunu, kaybolup sonra aniden sulu sepken ortaya çıkman hiç olmuyor. Bir de kalktın aramıyorsun dedin ya, ay vallahi hiç güleceğim yoktu. 
Yine de hiç bozmadım seni, gözlerimi karşı apartmanın balkonunda asılı renkli çamaşırlara dikip sadece telefonu nihayet kapatacağım anı bekledim. Rüzgar epey de kuvvetliydi hani, ipteki sarı bir kazak mandaldan kurtulup sokağın ortasına uçtu. İçim sallandı sanki. Sahi, ne anlattın sen bana?  
Tam kapatıyoruz derken tanıdık imalı sesinle başka neler yapıyorsun diye sordun. Ne deseydim, hayatımdaki tek doluluk şu dengesiz havalarda V yaka kazağımın içine giydiğim gömleğin pötikareleri mi? Başladım ben de harcına iki paket kabartma tozu kattığım günlerimin geçişini anlatmaya... Sesimi dinledim de kabarık bulutları andıran içi boş hamur parçalarına benziyordu. 

Ardından tek bir damla gözyaşı bile dökmedim. Ama yiyecek bir şeyler aldığım çiçekçi çocuğa, her sabah evden çıktığımda günaydın niyetine bacağıma dolanan kediyi iki gün göremediğime, bulaşık yıkarken kırılan camın elimi kestiğine, beklediğim otobüsün gelmediğine, cuma akşamı Çehov Makinesi'ne yetişemediğimde kaçırdığım ilk perdesine çok, çok ağladım. 
Şimdi durgunluk zamanı. Bu aslında sarsaklıkla dinamizmin tam ortası bir hal. İki taraf da kolumu çekiştiriyor. Bu akışta bazen insan kendini zorunlu dinamizme kaptırıyor, iyi de oluyor. Hah diyorsun, ne kadar da güzel gülüyorum Allah'ım! Yeniden doğuşun bahşedilmiş gibi hissediyorsun. Yaşadığın şehre, gecenin bir saati bayat çay içebildiğin sohbeti koyu dostuna, göğün mavisine, gördüğün, hissettiğin her şeye şükrediyorsun. Çok sık yakalar oldum bu anları bak bu çok daha iyi bir şey. Arada bir sarsaklığın da galip geldiği olmuyor değil ama insanlık hallerinin istisnasını her zaman savunmuşumdur.

Duyduğum sessizliği unutacağımı, sadece zamanını bilmediğimi söylemiştim. Bilinen gerçek, olağan yaşam döngüsünün bunu getirdiği. Sadece daha fazla para kazanmak için kurulmadı büyük şehirler, biraz da kalabalığına kendini kaptırmak gerekiyordu çünkü. Bir şey diyeyim mi, çok bilmişliğin ardı puslu mavilik...
Akşam üstü alacasının La Vie En Rose'u çaldığını hep hatırlayacağım ama senli hatıralar seni bulanıklaştırdı.