23 Haziran 2020 Salı

Çok trafik var eve nasıl döneceğim?




Merdivenlerin en tepesinde boğaza karşı oturuyorum, tepemde şıkır şıkır kış güneşi, güneş gözlüksüz çıkmadığıma seviniyorum. Ne elimdeki taze papatyalar ne sarsıla sarsıla döktüğüm gözyaşım ne de ekilmiş olmam umrumda bile değil, kafam vitesi boşa atmış sanki. Aklımda sadece tek bir soru; sahilde fena halde trafik var, ben şimdi eve nasıl döneceğim?

Kalabalığa çıkmaya cesaret edip sahilden mi yürüsem yoksa tam tersi dönüp metrobüs yoluna mı çıksam… Altunizade asla olmaz. Allah’ım eve bu kadar yakınken nasıl uzak kalabiliyorum! İstanbul trafiğinin sayısız bilinmezli denklemiyle eve nasıl varacağımı düşünürken arkamdan biri seslendi,
-       
-     - Yere oturma artık, taş çeker.

Ağlamaktan pazar tezgahına dönmüş suratımın üstüne bir de yarım porsiyon gülümseme ekleyip arkamı döndüm,
-      
      - Teşekkür ederim, birazdan kalkacağım.

Filden hallice hafızam beni asla yanıltmaz, yüzünü görür görmez birkaç yıl önce karşılaştığımızı hatırlıyorum ama hemen açık vermemeye karar veriyorum, uğraşamayacağım...

-       - Sen yenisin galiba buralarda, seni daha önceden gördüğümü hatırlamıyorum?
-       - Yok, aslında sık sık buraya gelirim ben, dedim.

      Kafasını arabanın bagajından çıkarıp dikkatlice yüzüme baktı, kusura bakma, taksiciyim ben her gün onlarca yeni yüz görüyorum.
-      
      - Biz sizinle daha önceden tanıştık aslında, isminiz neydi?
-        - İlker.
-        -  Evet, doğru hatırlıyormuşum. Üç yıl önce yine burda bir arkadaşımla birlikte oturuyorduk, erkekti, hatta bizimle epey uzun süre muhabbet etmiştiniz.
-        - Kusura bakma çıkaramadım, dedim ya taksiciyim ben. Sigara içiyor musun sen?
-       -  Normalde kullanmam ama şimdi bir tane alabilirim.

Sakinleştirsin diye medet umduğum şeye bak, sigara… Ayağa kalktım. Kafam karışık, bir yandan b.k vardı karşılaştık şimdi diyorum bir yandan da kafam dağılsın azcık yoksa kendimi İsmet Baba’nın yanından Boğaz’a salıvereceğim diye geçiriyorum. Öte yandan da yanlış anlamasın diye siz/biz saygı çerçevesinden çıkmıyorum.

Sırf kafamın içindeki bulutlara takla attırmak için ne yapıyorsunuz diye soruyorum. Jantlar uzun süre karda kalınca pas yapmış, teker teker lastikleri söküp sprey boyayla onları boyayacakmış. Yardım teklif ediyorum. Sen ne anlarsın der gibi inceden alayla yüzüme bakıyor. Anlarım ben yaa, babam oto elektrikçisiydi, çocukken hep dükkanına götürürdü yabancısı değilim bu işlerin diyorum. Peki, madem diyor. O sırada da arka sağ tekerleği sökmüş bile. Alıyorum elime zımpara kağıdını, paslı yerlere girişiyorum.

-      -  Hatırlayamadım ben seni ya, kusura bakma diyor.

Birkaç yıl önce aynı yerdeki karşılaşma anımızı ayrıntılı şekilde anlatıyorum. Doğrusunu söylemek gerekirse biraz komikliydi, tıpkı bugün gibi o gün de sanki film setiydi. Gözünü kısıyor hafiften. Kafadaki dizinde tarama yaparken göz kısmak epey yardımcı oluyor sanırım ki şak diye çıkartıverdi.
-      
          -  Hah, hatırladım seniii diyor muzip muzip... Eee, ne oldu sonra diye sorup bir de üstüne kıkır kıkır gülüyor.

Bugün de hala kıkır kıkır gülmeye devam ediyoruz.
Hayat sürprizlerle dolu, gel de şimdi ‘Hiçbir karşılaşma tesadüf değildir.’ diye yazdırıp tabela astırma! Sıradan bir pazar sabahı, akşamüstü saatlerinde fıtratındaki mihenk taşını artık ortaya çıkaracağını kendi de biliyor muydu acaba?

Yemin içerim düzlükten şöyle bir bakınca bazen hayatımı Fox dizisi gibi görüyorum.

Eksiklikler, fazlalıklar, görmezden gelmeler/gelinmeler, umarsızlık… Terazinin şirazesi kayalı çok olmuşken içimdeki hiçbir şey dengini kolay bulmadı. İnançsızdım bir kere. Bayat yürek yemiş, karanlığa kafa tutan içi boş mahalle kabadayısından da fazlam yoktu ayrıca. Tüm bunların üstüne bir de peşin hükümlü huzursuzun teki olduğum için bana uzanan naif eli tutmamak için de çok direndim. Yani tek başıma kilitlenmiş dümenle yol alamazdım. Şükürler olsun yanımda beliren ben ne kadar eksiksem o kadar fazla.

Tek diyebileceğim bahşettiğine hamd olsun, minnetle...

Ah pazarcım, sen var ya az değilsin, öyle sürprizlisin ki bana bunlarla gel lütfen.
Ben şimdi mutfağa geçip birer köpüklü Türk kahvesi yapayım da beyimle karşılıklı içelim, hazır oğlan da bu akşam bize kıyak yapıp erkenden uyumuşken karşılıklı oturup ikinci evlilik yıldönümümüzü kutlayalım.
Ve evet, La Vie En Rose.