19 Ekim 2017 Perşembe

Azı karar çoğu zarar














Yaş 28, kendime şunu itiraf edebildim, empati duygusu hamuru mayalanırken biraz fazladan bez altında bekletmek hamuru bozuyor.
Yani, fazla empati göz çıkarıyor.





Tamam, kabul.
Herkes kendine göre zor günler geçiriyor ve farklı şekillerde bunu yansıtıyor ama bu ziyan hareketlerin haklı sebebi olamaz.
Alttan almak çok insani bir hareket. Çok zaman alttan aldım, hatta bir güzel alttan alındım ama bunun da kotasını kusturmamak lazım.
İdare etmek nefis bir duygu, dünya yörüngesini şaşmıyorsa idare etme kaidesinin yüzü suyu hürmetine ama bu idare edilenin idare edene saygısızlık yapacağı anlamına da gelmiyor.
Duyarlı olmanın naifliğini de zedelemeyin bence. Haksızlık etmek ve duyarlı olmak birbirinden çok farklı şeyler, hiç karıştırılmamalı.

Baktın iş iyice pamuk ipliği, biraz daha basit düşünmek gerekiyor.

Ben bunları söyledim de anlaşıldım mı?
Ne de olsa beni ne kadar anlamaya meyilli olduğun kadar anlaşıyoruz.

28 Şubat 2017 Salı

Sapı Kırık Valizle Hayat Çok Zor, Hiç Çekemem


Yazmazsam şu makyajlı, sarı kazaklı halime aldırmadan çıldıracaktım.

‘Hayatın anlamını sorguladığım zaman’lı cümleleri kesin daha önceden bir yerlerde duymuş, okumuşsunuzdur. Doğrusu ben pek inanmazdım bu zamanlara. Artık inanıyorum çünkü size tam olarak o noktadan bildiriyorum. Sıkı kuşanın, burası ateş hattı!

Aklı başında her insan evladının belleyeceği hatıralarından biri de bu sorgulama yolculuğu olacaktır herhalde. – Gerçi kaç düzensiz seferi vardır onu da bilmiyorum ya, aklıma gelirse son nefeste sayarım. - Mağrur bakışınızı eğmemeniz için arka fonda çıkış parçası olarak Edith Piaf, Non Je Ne Regrette Rien’i döndürmenizi tavsiye ederim. Sorgulamanın kuyruğunuzu kıstırdığı zaman da modunuzu küçültürsünüz. Son düzlükte Neşet Baba’yı Cahildim Dünyanın Rengine Kandım’la sık sık anacağız zaten.

Kafamın içinde her gece düğün var. İşin kötü yanı kız tarafı vals çalsa da kabarık eteğimizi döndürsek derdine düşmüşken erkek tarafı horon tepelim diyor. Kimsenin gönlünü kıramayan sevgili zihnimse yavaş yavaş bir çorba tenceresinde kaynamaya başlıyor.

Kafa nerde, kafa yok, kafa gitti.
Gelir ama birazdan.

İçim bi bakıyorum Furuğ’un kırıklık dolu dizeleri, bir bakıyorum Nazım’ın özgürlüğe atıfları. Durduk yere dert sahibi eden şarkılarda bozuk plaktan Nazan çalıyor. Aydınlık olur sandığım hava puslu çıktı bu sabah, sokağın karşı sırasındaki apartmanı göremedim. Ayaz da pek sıkı, gömleğimin yakasından tüm soğuk içime doldu. Al işte öğleye doğru ortalığı ışık aldı, yeşillenmeye hazır dallarla selamlaştık.

Tamam, güneş güneştir, parlar. Tozsa tozdur, matlaştırır. Zıtlıklar alemi birbirinin içinde bir bütündür. Zincirin tek bir dişlisi oturmadığında tüm düzen bozulur. Bazen yalnız tek bir parça kendi kendine kayar gider. Bazen de çığ olur, yıkılır. Bana sorarsanız çığ daha iyidir, biraz sabırlı olur ve deşerseniz ilk kayba ulaşmak ve onu tamir etmek zor değildir. Kendi kendine kayıp gideneyse geçmiş olsun, artık karadeliğin kadrolu elemanı olmuştur.

An geliyor sanki zorlu bir yolculukta sapı kırılmış, içi hınca hınç dolu çekçekli bir valizle yola devam ediyormuşum gibi buluveriyorum kendimi. Neyse ki artık sırt çantacı tayfadan oldum, gereksiz şeyleri taşımıyorum yanımda.

Açıkta kalan ne idüğü belirsiz zedeler her mevsim koşuluna uyum sağlayamıyor. Fazla güneşte kuruyor kabuk bağlıyor, soğukta mosmor kesiliyor. Bahar havalarının dengesizliğini ne siz sorun ne de ben söyleyeyim ama yine de tüm iyileşmelerin başlangıcı bu mevsimde oluyor. Yani, genellikle...

Sor. Deş. Anlamaya çalış. Kafa patlat. Yürü. Düşün. Koş. Üşü. Ateşin çıksın, yan. Şifa olsunlar. Bak kendimcim görürsün, bunun sonu patır patır bahar.
Kesin his, yay sen bunu tüm bünyeye.


4 Ocak 2017 Çarşamba

Neden Boksa Başladım?



İşte böyle geçtiğimiz yaz aylarının sonları, canımı acıtan bir sürü şey oluyor ama ben olanlar karşısında çok anlayışlı ve sakinim. Aslında o zamanlar hayatıma kimseyi bir türlü Nişantaşı çocuğu olduğuna ikna edemeyen Tokat’lı Burhan Altıntop efekti hâkimmiş de şimdi şimdi fark ediyorum. Elimde içi dolu ince uzun bir bardak, millet votka sanıyor, hâlbuki elma suyu gömüyorum…

Baktım, kendime ayak yapıyormuşum. Bıraksalar bir de üstüne lahmacun arası pilav saracağım ki aman, Allah’tan tutmuşlar. Sen içimde olaylar biriik biriik biriiiiikk ama çıkacak yer bulama! Sonra n’oluyo bu sıkıntılar, bir takla manevrasıyla yeniden içine dönüyor. Hooop sar başa filmi, biriik birii…

Kendi hayrıma köfte gibi kızarıp biber gibi patlamadan önce bazı kararlar aldım.

Önce yürüyeyim dedim, olmadı. E koşayım dedim, o da olmadı. Bahanelerimin boyu benden uzun! Ama içimdeki bu enerjinin bir şekilde kimseye zarar vermeden, bana da fayda sağlayacak şekilde dışarı atılması gerekiyor.

Ben de çocukluk hayalimin peşine düştüm, boksa başladım.

İyi ki de başlamışım!

Boksa başlamak son zamanlarda kendim için yaptığım en iyi şeylerden biri oldu. O dönem bozuk olan uyku sistemimin inadı kırıldı, fiziksel gücüm artmaya başladı, hayata karşı motivasyonum yükseldi, omurga aralarım açıldığından yürüyüşüm dikleşti, bıngıl bıngıl kollarım toparlanıyor, e kendime güvenim de kuvvetlendi.
Mutlu oldum, ötesi var mı…



Bu kadar çok seveceğimi gerçekten tahmin etmiyordum.
Elbette bu sporu çok sevmemde kulüp ve antrenörlerimin payı çok büyük. Kulübümde her öğrenciyle ayrı ayrı özel dersmişçesine özenle ilgileniyorlar. Eksiğini de kendine kattığını da paylaşıyorlar, tam takiptesin kısacası. Mesela küçük öğrenciler için ayrıca çok seviniyorum; çekirdekten hem sevgiyle hem de ilgiyle özene bezene yetiştiriliyorlar, hedef milli takım! Milli takım demişken, kulüpte antrenörümüzün yetiştirdiği milli ve dereceli bir sürü sporcu var. Tüm kursiyerlerine bazı kulüplerde olduğu gibi yek gelir kapısı olarak değil, sporcu olarak bakıyorlar.

Ayrıca bana prenses diye seslenen dünya şampiyonu bir adamdan ders alıyorum, bir zahmet seveyim 
değil mi?☺

Evet, antrenmanlarda çok yoruluyorsun ve gerçekten kafalardan buhar yükseliyor. Ancak bu yorgunluğun fitness salonlarındaki sentetik yorgunlukla alakası yok. Ders sonrası yine de enerji dolu oluyorsun. Pekiştirecek olursam; ev ve salon arası ortalama 4 km, çıkışta eve yürüyerek dönüyorum.

Beslenme gerçekten çok önemli-ymiş. İlk haftalarda baktım acayip terliyorum, bi eforlar eforlar aman Ya Rabbi! Dedim kesin kilo da veririm ben, bir taşla insin fazla kilolar da aşşa! Cidden gırtlağımı tuttum, yemedim. 3 ders sonra nerdeyse duran kum torbasından dayak yiyebilecek kıvama gelmiştim. Güç, kuvvet hak getire... Dedim demek ki yemeyi kafana göre kesmeyeceksin, uzmanına soracaksın.

Ders saatleri tam kıvamında, yani bol bol.  Hem öyle illa şu gün şu saatteki derse gelmelisin gibi bir kaide de yok. Bu özelliğine duyar duymaz vurulmuştum, müthiş bir rahatlık sağlıyor. Salon hayli geniş, rahatlıkla çalışabiliyorsun. Zaten her derste 4 antrenör oluyor. Ben haftada ortalama 3 gün 1 saatlik derslere katılıyorum. Isınmanın ardından eşleşiyoruz ve kombinasyon çalışıyoruz. İki yudumluk su molasının ardından bu kez torbaların başına geçiyoruz. İnterval’li, şınavlı tepemizden duman attıran kısım başlıyor. Gölge boksu ya da eldivensiz vuruş teknikleriyle dersi tamamlıyoruz.

Minik bir öneri, dolu karınla hareket edilmeyeceğini biliyoruz orası tamam da derse öyle acı acına da girmeyin, iki saat önce bir şeyler yiyin. Yoksa verim out, göz kararması in! Hatta epey ‘in’.

Bir de boks yaptığımı duyanlardan en çok şu geliyor; 'Off sen şimdi çalışırken sinirlendiklerini karşında görüyorsundur, geçir yumruğu ağzına, burnuna. Hayır, öyle olmuyor. En azından bende öyle olmadı. Torbaya vururken sadece torbayı görüyorum, vuruşuma odaklanıyorum. Hiç kindar değilim bebeyim, nasılsa hayat birini üzenlerin icabına bakar.

Ha, unutmadan maça çıkar mıyım vallahi henüz ben de bilmiyorum. ☺