29 Eylül 2016 Perşembe

Gökçeada



Baştan söylemesi, biraz turistlik yapayım, gecelere akayım diyorsanız rotayı çevirin. Sakinlik istiyorum, şöyle mis gibi denizi olsun, insanlar da üstüme üstüme yürümesin diyorsanız yola devam.
Ben Gökçeada’yı gerçekten çok sevdim, yakaladığım ilk uygun zamanda da yeniden gideceğim.
Evet, başlıyorum.

Ulaşım

Aracınızla seyahat edecekseniz İstanbul’dan gelirken TEM otoyolu üzerinden Tekirdağ, Keşan, Gelibolu, Eceabat istikametini takip edip Kabatepe Limanı’na ulaşın. İzmir, Ankara yönünden geliyorsanız da önce Çanakkale Boğazı’nı geçmelisiniz. Yine aynı istikamet üzerinden adaya varabilirsiniz.

Adaya direkt ulaşımı olan tek firma Truva Turizm ve yoğun dönemler de dahil olmak üzere günde karşılıklı sadece iki seferleri var. Otobüs ada merkezine kadar gidiyor. Benim gibi bilet bulamayanlar içinse alternatif güzergah şöyle; otobüsle Eceabat’a geçebilir, oradan minibüsle Kabatepe’ye ulaşıp sonra da sizi adaya kavuşturacak olan feribotu kullanabilirsiniz. İndi bindi fazla gibi görünüyor ama korkmayın, hepsi yan yana ve saatler entegre, birbirlerini bekliyorlar.

İstanbul Dudullu’dan Eceabat seferi yaklaşık 5 saat, minibüs yolculuğu ortalama 15 dakika kadar sürüyor. Feribot ise tam 1 saat 40 dakika. Hem minibüs hem de feribot ücreti ayrı ayrı 3.5TL.

Bu arada Borajet’i yeniden göreve çağırıyorum! Ne güzel bir dönem haftada birkaç gün karşılıklı sefer yapıyormuşsunuz, neden bıraktınız, havaalanı bomboş uzansın mı öyle, hı?

Ada Merkezi


Ada merkezi oldukça küçük. Gökçeada Devlet Hastanesi, okul, küçük bir çarşı, pastaneler, zeytinyağı ve ürünleri satan birkaç dükkan, cami, kilise, postane, eczane, market, lokanta ve birkaç bankadan oluşuyor. Hepsi iç içe. Aklınızda olsun burada Ziraat, İş ve Halk Bankası şubeleri ile Garanti Bankası ATM’si var. Çoğu yerde kart ile ödeme yapabiliyorsunuz ama diğer nakit ihtiyaçlarınız için hazırlıklı olun. Bir de sadece ada girişinde benzin istasyonu var. Burasının Türkiye’nin en büyük adası olduğunu hatırlatayım, boş depoyla kalakalmamak için yedeklenin.

Küçük bir tüyo, merkeze dair beklenti içine girmeyin özellikle köy yollarına saptığınızda bambaşkalığı görüyorsunuz. ☺

Kamp Alanımız, Yıldızkoy Arkadia!

Adanın kuzey doğusundaki kamp alanı geniş, ferah ferah. Önünde misler gibi Yıldızkoy uzanıyor. Buraya ister kendi çadır ve ekipmanınızla gelebilir, isterseniz de kiralayabilirsiniz. Kendi çadırınızla geldiğinizde mükellef açık büfe kahvaltı dahil kamp alanı kullanımını kişi başı 65 TL. Kampa ait çadırı kullanırsanız da 80. Bu arada fiyat düşsün isterseniz kahvaltısız konaklamayı da seçebilirsiniz.


Ben kamp çadırını kullandım, açıkçası bu kadar temiz ve düzenli olacağını hiç sanmıyordum, tercih edecekseniz içiniz rahat olsun.

Çadır alanları oldukça rahat, duş ve tuvaletler temiz. Ortalıkta böcek vb. haşeratlar yok, tabi yine de tembellik etmeyip çadırınızın çift fermuarını sıkı sıkı çekin. İsterseniz kullanabileceğiniz bir çamaşırhanesi var. Eah pek çekmez bu dediğim wi-fi de hiç fena değil. Yardımcı ekip muhabbetsever, kedi ve köpeklerse pek bi sevişken. Şöyle bir kendini sevdirmeden yanınızdan ayrılmıyorlar. Gün içinde yemeğinizi yiyebileceğiniz bol seçenekli bir mutfağı var.


Kampın esas bonusu gece vakti seyre dalacağınız samanyolu.

Plajlar

Aydıncık - Kefalos Sahili: Kuzeyde. Upuzun bir sahil şeridi var. Kite sörfçüler plajın sol tarafında rüzgarın tadını çıkarırken, yüzecek olanlar da plajın sağ tarafında denizin sakinliğini tercih ediyor. Bu tarafta bir sürü sıralanmış 'beach' var. Deniz kademe kademe derinleşiyor. 


Kuzulimanı: Kuzeyde. Çok sakin, tertemiz ve denizi git git derinleşmeyengillerden. İki farklı plaj işletmesi var, yeterince ilgililer. Duş ve diğer kullanım alanları temiz. 


Yıldızkoyu: Kuzeybatıda. Havanın sakin olduğu zamanlarda burada denize girmeden dönmeyin.


Laz Koyu ve Uğurlu Plajı adanın güneyindeAklınızda olsun, bu iki plaja ulaşım toplu taşımayla oldukça zor. Bu ikili bir sonraki gelişime kaldı.

Yeme - İçme

Gökçeada’da yeme içme denildiğinde buraya has lezzetlerin başını oğlak tandır ve efibadem kurabiye çekiyor.

Burada oğlak tandırın meşhur olmasının nedeni etinin yumuşacık ve çok lezzetli olmasından kaynaklanıyor. Oğlaklar bildiğiniz başıboş, çobansız dolaşıyor çünkü adada kurt ve tilki gibi onlara zarar verebilecek hayvan yok. Strese girmeyen oğlaklar rahat rahat otluyor, kafalarına göre takılıyorlar. Nasıl karışmadıklarını merak ediyordum ada yerlisi Aleko yanıtladı beni, genellikle çiftliklerin arasındaki mesafe geniş olduğundan karışmazlarmış, yakınlarsa da boynuzlarını boyuyorlarmış. 

Oğlak tandırın en güzelini Meydani Tadında Ev Yemekleri’nde yedim. Diğer çorba ve yemek çeşitlerinden de tattım, gayet lezzetli. Gerçekten de ev yemeği. Ayrıca çalışanları da çok güler yüzlü ve yardımseverler.

Merkez Lokantası’nı hiç boş görmedim. Bol çeşitli menüsü var ama yemekleri Meydani’ye göre biraz daha ağır diyebilirim.

Efibadem, çok leziz bademli kurabiyeleri satan dükkan. Kavala kurabiyesinin yuvarlatılmışını düşünebilirsiniz. O çok şahane Efibadem Kurabiyesi de ada yerlisinden öğrendiğime göre son yıllarda parlamış. Bence iyi de olmuş. ☺ Dondurma çeşitlerini de damla sakızlı muhallebisini de tavsiye ederim, hazır oturmuşken bir dibek kahvesi de içebilirsiniz. Zira her yer güzel yapamıyor.

Rakı – balık ya da şarap tutkunları Kaleköy ya da Eski Bademli’deki restoranları tercih edebilir.


Şahsen yol ortasında oğlak görmeye alışkın değilim ama onlar insan görmeye epeyce alışkın olduklarından yanınızdan tırıs tırıs geçiveriyorlar. Bir de bi sevimliler ki... Ay nasıl yedim ya!?

Köyler



Kaleköy

Adanın kuzeydoğusunda. Tahmin edeceğiniz gibi ismini bir kısmı hala ayakta duran Tarihi Cenevizliler Kalesi’nden alıyor. Günün her saati mükemmel bir manzara sizi bekliyor. Özellikle Posedion’da! Burası hem restoran hem de köy evlerinden oluşan pansiyon. Restoran fiyatları oldukça makul. Eğer akşam yemeği için gitmeyi düşünüyorsanız rezervasyon yaptırmanızı öneririm.
Kaleköy’ün bir diğer meşhuru Mustafa’nın Kayfesi. Ortamı, kahvaltısı, damla sakızlı muhallebisi, ilgi ve alakaları ile gönül fethediyor. Fiyatları aldığınız hizmete tam denk geliyor. Muhakkak gidin.




Posedion



Kaleköy Limanı

Köyde taş evlerden butik otel ve pansiyon bulunuyor. Yukarı doğru tırmanırken köylü kadınların evlerinin önünde açtıkları doğal yiyecek tezgahları göreceksiniz. Daha önce gördüğüm yerlerden farklı burası, zorla ürününü satmaya çalışmıyor hiç kimse hatta tezgahlarının başında durmuyorlar bile. İsterseniz sesleniyorsunuz, kadın evin içinden çıkıp sizinle ilgileniyor. Mustafa’nın Kayfesi’nin biraz yukarısında sabun atölyesi var. Burada da el yapımı sabunlar ve kolonya çeşitleri bulabilirsiniz. Manzarasını da dahil edince sevimli bir yer.

Eski Bademli

Kaleköy’ün karşı tepesinde konumlanan eski Rum köylerinden birisi. Köydeki evlerin büyük bir çoğunluğu restore edilmiş. Yerleşik halk az, hatta bunların da çoğunluğunu başka şehirlerde yaşayıp yaz aylarında adaya geri dönenler oluşturuyor.

Burada da manzarası harika restoranlar var. Köye sabah saatlerinde tırmandığım için lezzetleri hakkında yorum yapamıyorum. Kampla arası 3 km, yokuş çıkarım ben diyorsanız buraya sabah sakinliğinde gelin derim.



Zeytinliköy

Merkezle arası 6 kilometre. Tam da gün batımına yakın saatlerde yürümek için enfes bir yol. Köye ulaşana kadar hava karardığı için fotoğraf çekemedim. Gözünüzün önüne şöyle bir manzara getirebilirsiniz; tepedesiniz, etrafınız mis gibi ağaçlarla, bahçelerle kaplı. Arnavut kaldırımlı dar sokaklarda sağlı sollu eski Rum evleri arasında yürüyorsunuz. İnsanlar mütemadiyen gülüyor, kimse kimseyi rahatsız etmiyor, çocuklar omuzlarda taşınıyor, yüzlerde huzur okunuyor. Mesela o akşam birisinin evinden piyano sesi geliyordu, kaldırımın kenarına oturup resital dinledim.



Zeytinliköy - Nostos Cafe

Nostos Cafe’de oturduk, çok tatlı bir işletmecisi var. Nefis Panacota tatlısı sonrasında dibek kahvesi hüplettik. Diğer işletmeler de hep benzer tarzda ve aynı sıcaklıkta insanın içinden hepsinde oturup birer kahve içesi geliyor. Hatta bazılarından kaldırımlara neşeli Yunanca şarkılar taşıyor.

Vakit azlığından gidemediğim Tepeköy ve Dereköy de bir sonraki gelişime kaldı.

Ada içi ulaşım

Arabasız yapamazsınız dediler. Valla oldu. Adadaki minibüs ağı yeterli diyemem, hele ki saatini, güzergahını sormak için bir görevlinin bile olmayışına hiçbir şey diyemem ama bahsettikleri kadar zor değil. Ada Merkezi - Bademli – Kaleköy hattında gece 02’ye kadar tam ve buçuklu saatlerde ring hattı var. Ücreti 2 TL. Diğer hatlar daha seyrek saatlerde ve muhakkak bir şoföre sorup kesin bilgi alın derim.



Yollar oldukça güvenli, otostop çekebilirsiniz, yürüyebilirsiniz. Toplu ulaşımın gitmediği plajlara gitmek için taksi tutabilirsiniz özellikle birkaç kişiyseniz fiyat hiç zorlamaz. Araba, motor ve bisiklet kiralamanız da mümkün.

Unutmadan, yanınıza ince bir mont, rüzgarlık alın. Bir de çorap.☺

***

Bu kadar güzelliğin yanında maalesef bir de... 

* Çöpünüzü atabileceğiniz kova yok! Pet şişeyi doğaya salamayacağınız için bir yerden sonra samimiyet kurmaya başlıyorsunuz.
* Adanın genel dokusuyla hiç alakası olmayan bir yapılaşma başlamış. Adına apartman dedikleri ayrık otları, sağdan soldan pirinç balkon tırabzanlarıyla göz bozuyor.
* Bağcılık, Bozcaada’ya kıyasla neredeyse hiç gelişmemiş, kimse yatırım yapmamış. Ancak son yıllarda yavaş yavaş kıpırdanmalar var. Bazı adalılardan öğrendiğime göre mübadele döneminin uzun sürece yayılmış etkilerinden kaynaklanıyor.
* Kitapçı yok! 👎
* Eski taş evlere ahşap doğrama pencere yerine kahverengi pimapen taktırılmış olması gerçekten çok ilginç! Kimisi yenilenirken doğallığını korumuş kimisi de yanlış restorasyon vurgunu yemiş.
* Bu tarz yerlerde görmeye alışkın olduğumuz takı toka, magnet, biblo standları aramayın boşuna. Elbette bu sorun değil ama her yerde peştamal ve kese görmekten fenalık geldi. Evet, muhallebicide bile.

4 Eylül 2016 Pazar

Eylül Yazısı


Hani bugün 1 Eylül ya birçok kişi takmış sonbahar başlangıcı diye. Hayır, henüz yaz bitmedi, sonbahar da gelmedi ona birazcık daha var. Bugün sadece en sevdiğim ay eylülün ilk günü. Zamanı, hele ki daha zamanı gelmemiş zamanı baştan peşin peşin harcamaya ne de meraklıyız. Sanki her şeyimiz oldukça yolunda, sanki zamanı artırıyormuşuz gibi bir de önden gitme telaşı. Sabırsızız, gelmeyen mevsimi dahi gelmiş gibi kabulleniyoruz.

Etmesek ya böyle...

Halbuki daha ağaç yaprakları yemyeşil, akşamları anca biraz serin olmaya başladı; yani zaman tıkırında gidiyor. Önden koşmak yerine sakin olmak lazım. Onu becerdikten sonra yargısız infazlardan da dinlemeden konuşmaktan da uzaklaşacağız. Kalp ritmimiz yavaşlayacak, arşa yükselen tansiyonlarımız düşük seyredecek. "Ada insanı" gibi olacağız. Demek ki neymiş, her şeyin başı önce sağlık, sonra sakinlik. Olmadı duruma göre yükseliriz. :) 


Günler oldukça şen, parçalı buluta rağmen bol kahkahalı
Gecelerse alabildiğine hırçın, güneşin intikamını alırcasına fırtınalı
Sanki önünde durduğum pencerenin camı patlıyor, küçük parçalar bir bir üzerime saplanıyor.
Acıyor, uyuşuyor, doğal narkoz geçince acısı yenileniyor.
Yeniden ve yeniden
Nihayet sabır meyvesi eteğime düşüyor, içinden çıkılmaz sanılan döngü fark ettirmeden kırılıyor.
Bakıyorsun, ah izi kalmış.
İzi kalan yaralar bir süre sonra hep varmış gibi olur; sanki derin doğuştan zedeliydi
Bakmak da zor falan gelmez, senindir tıpkı teninde nokta biçimli ben gibi.

Unutur insan zedelerini,
Kabullenir. 
Kabullenilen şeyse geçmeye mahkumdur.
Zamanın işi zaten geçmektir.
Geçirir.