Eskiden
pazarları hiç sevmezdim de sonra aniden bir şey oldu. Yok ya dedim, pazar kötü
biri değil, kapı arkasında bekleme geçip gidişini. Hiç unutmuyorum, bir pazar öğleden
sonrasında bol gülmeli, hayretle göz büyütmeli, eğlenceli bir müzikal izledim,
evet dedim kabahat pazarda değilmiş, affetmenin temizlik kokusuyla birlikte sevmeye
karar verince güzel geçiyormuş aslında…
****
“Benim
için dünyanın toz bulutu olduğu zamanlardan beri pazarları sevemedim. Çünkü temiz
belleğe kodlanana göre pazar demek verilen park sözünün tutulmayacağı gün demek
ve bunu bile bile telefonun başında beklemek demek.
Bir
sahne var eskilerden gözümün önünde. Kestane
rengi saçlı küçük bir kız çocuğu oyun oynadığı odasından sırf koridorda duran telefonun
yanından geçecek diye mutfağa su içmeye gider, yine sırf telefonun yanından
geçecek diye tuvalete gider. Hayır, öğle uykusu da uyumaz elbette. Mesela asla
balkona çıkmaz, yoksa çaldığında telefonu duyamaz.
Belki bu hafta sözünü tutar, hem
belki sahildeki parka götürür, diye başlayan öğleden sonra karakalem
monologları akşamüstüne doğru iyice soluklaşır. Akşam aramalarında ah unuttum
ben seni ile puff kaybolur. Hava kara dumanla yoğrulur. Geniz yanar, göz
yaşarır. Sonra mutfaktan gelen taze kek kokusu yeniden hayata bağlar.
Evet,
ben bugün olanlardan sonra yeniden o
kız çocuğuyla birlikteydim. Ansızın belirdi önümde. Onu büyüten benim
sanıyordum ama o çocuk olgunluğuyla elimden tutup beni siyah dumanların
arasından çıkarttı. Yoksa boğuluyordum. Eliyle eğilmem için işaret etti, tek
eliyle siper yaptı çünkü boşluğunda en az kendisi kadar büyük bir kulağı
olabilirdi, bir şeyler fısıldadı. Sonra da geldiği gibi kayboldu.
Küçüldüm
birdenbire. Yine o 7 – 8 yaşındaki kız çocuğuna döndüm. Kendimi holdeki
telefonun önünde gördüm sanki. Garip tıslama sesleri, umursamazlık efektleri
çok anlamsız oluverdi. İçim acıdı. Kalktım bir yürüdüm ofisin içinde, hava
almaya çıktım. Hayır, ağlamadım. İnanır mısınız, başım da ağrımadı. Bu kez
darbe büyüktü, direkt yüreğimi acıttı.
Bazı
kız babaları çok acımasız, çok vurdumduymaz. Ve üzgünüm, çok da hadsiz.”
Not: Hani bazı şarkılar var ya,
belki onlar kocaman kadınların içindeki küçük kızların babalarına yazdığı
şarkılardır. Kim bilir…
****
Bugün, kabul
edip affetmenin de bir zamanı olduğuna inanıyorum ben. Öyle başkası söyleyince
ya da hadi affedeyim bari deyince değil de ciddi ciddi içinden geldiğinde kendiliğinden
olacak ama. Bazen bir kedinin kuyruğunu toplamasında, bazen şalını boynuna
doladığın bir bahar yürüyüşünde bazen de küçük bir çocuğun parkta oyun oynamasını
izlerken. Aniden oluveriyor işte...
Affetmek
güzel, insanın kafasını saçlarını kestirmeye kıyasla çok daha fazla
hafiflettiği inkarsız gerçek. Bir nevi kaliteli soluk gibi bir şey de
diyebiliriz aslında; metropolün ortasında, gökdelenlerin arasında, arabaların
uğultusunda nefes almak yerine sakin bir gölün kıyısında koca ağaçların altında
yemyeşil çimenlere uzanıp da ciğerlerini doldurmak gibi...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder