Mutfak aspiratörlerinin sarı ışıklarını hep çok sevmişimdir.
Çocukluğumun geçtiği evdeki aspiratörün çıkış borusu yoktu. Bizden önceki
kiracı sırf ev sahibine gıcıklık olsun diye taşınırken onu da götürmüş. Artık aralarında
ne kadar fantastik şeyler geçtiyse... Ev sahibimiz de yenisini taktırmamış,
buna bozulan benimkiler yine benzer kiracı gıcıklığıyla ellerini sürmemişlerdi.
Garibim, taşınıncaya kadar kendi işlevini göremeyen, fırın üstü ışıklı aksesuar
olarak yapabildiğince hizmette kusur etmedi. İlk mandal sesini duyduğumda nedenini
bilemediğim ama kendimce sürdürmekten de vazgeçmediğim soluk sarı ışık sevdam fitillendi.
Bugün ‘ev’
denildiğinde o soluk ışık kadar aidiyet duygumun yanağına bebek öpücüğü
konduran bir şey yok. O varsa çay da demlenir ince bellide içilir, misafir için
temiz tutulan yedek battaniye de olur, kapı önü paspası da.
Kısacası tam
anlamıyla ev’dir işte, umut filizidir.
Hangi akşam o sert mandala dokunsam tok bir ‘çıt’ sesiyle
etrafımı aydınlatsa sanki benimle konuşmaya da başlar. Masal gibi bir sesle her
şeyin yolunu bulacağını sadece hepsinin gerçekleşmek için kendi zamanlarını
beklediklerini söyler hiç usanmadan. Sonra sesini çabuklaştırıp ocağın altını
artık kapamam gerektiğini hatırlatır; sütü sıcak sevmediğimi çok iyi bilir.
Şaştığını hiç görmediğim doğrusu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder